İstanbul Atlas Üniversitesi Tıp Fakültesi tarafından düzenlenen Aşkın Muhteşem Biyokimyası Semineri’nde Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Biyokimya/Temel Bilimler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Derya Özsavcı, aşkın kesinlikle kalp ile ilgili bir duygu olmadığını belirterek “Aşk tamamen beyinde başlıyor, beyinde bitiyor. Aşkın süreci, beyin tarafından üretilen nörokimyasallar, nörotransmitterler, vücudun endokrinolojik sistemi tarafından üretilen hormon ve kimyasalların birbiriyle karışık dansıyla üretilen bir süreç” dedi.
İstanbul Atlas Üniversitesi Vadi Kampüs Dr. Ralph A. DeFronzo Oditoryumu’nda
gerçekleştirilen seminerde Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi
Biyokimya/Temel Bilimler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Derya Özsavcı, aşkın
biyokimyasını anlattı.
Aşkın kalple hiçbir ilgisi yok
İnsanoğlunun aşkı asırlar boyunca kalple ilişkilendirdiğini belirten
Özsavcı, yapılan bilimsel çalışmaların aşkın kesinlikle kalple ilgili bir duygu
olmadığını ortaya koyduğunu söyledi. Özsavcı, “Aşk tamamen beyinde başlıyor,
beyinde bitiyor. Aşkın süreci, beyin tarafından üretilen nörokimyasallar,
nörotransmitterler, vücudun endokrinolojik sistemi tarafından üretilen hormon
ve kimyasalların birbiriyle karışık dansıyla üretilen bir süreç. Aşk oyunu
denilen şeyde etkili olan vücudumuzun orkestra şefi hormonlar. Aşkın muhteşem
bir biyokimyası var” dedi.
Beyin aşka çocukluktan itibaren hazırlanıyor
Beynin aşka çocukluktan itibaren hazırlandığını belirten Özsavcı, “Beyin aşk
hormonlarını üretmeden önce doğa bizi aşka hazırlar. Çocuklukta bilinçaltında
mükemmel kadın ve mükemmel erkek imajı oluşur.
Anne-baba-arkadaş-olaylar-çevre-iz bırakmış pek çok kişinin etkisi ile
kafamızda mükemmel kadın ve erkek imajı oluşuyor. Hazırlık sonrasında vakti
geldiğinde artık bilinçaltımızda tamamen modellenmiş olan tipe en yakın olan
ile karşılaştığımızda dünya birden duruverir ve aşık oluruz” dedi.
İlk görüşte aşk var mı?
Bilimsel çalışmalara göre ilk görüşte aşkın olduğunu kaydeden Özsavcı,
“Çalışmalar diyor ki, bir kişi değişik etmenlerle dopamin, testosteron,
serotonin ve noradrenalin düzeyleri aniden artarak 100 milisaniyede normalde
ilgisini çekmeyecek birine ilk görüşte aşık olabilir” dedi.
Serotonini hücre içinde taşıyan proteini kodlayan genin uzun ve kısa olmak
üzere iki formda olduğunu belirten Özsavcı, “Kısa forma sahip olanlar aşklarını
daha ateşli yaşıyor. Daha sık ve kolay aşık oluyor. Uzun form sahipleri, daha
oturaklı, duygularını belli etmeyen bir aşk seçmeye meyilli oluyor” dedi.
Erkekler ilk görüşte aşkı daha çok yaşıyor
Prof. Dr. Derya Özsavcı, erkeklerde görselliğin olduğu alanların beyinde
daha hareketli olduğunu kaydederek “Bu durum erkeklerin kadınlardan daha çok,
ilk görüşte aşık olduklarını göstermektedir. Çalışmalara göre erkekler,
kadınlara göre daha çabuk aşık olmaktadır. Çalışmalar kadınların tam aşık olma
süresinin 15 gün, erkeklerde ise sadece 8 saniye olduğunu ortaya koymuştur”
dedi.
“Çalışmalar tüm kalbinizle aşık olduğunuz birini unutmanın 15 ay 27 gün
sürdüğünü söylüyor” diyen Prof. Dr. Derya Özsavcı, “Aşkın biyokimyasının 6 ay
18 ayla 3 yıl arasında doruk seviyesine erişiyor. Sonra yavaş yavaş hormonlar
inmeye başlıyor. Sonuç olarak ilişkinin dinamiği, hormonların yarattığı
etkiler, oksitosin ve vazopressinin seviyeleri, sonrasında belki
ailenizden ve çevrenizden aldığınız karakter yapınızla aşk ya sürüyor ya da bir
yerde bitebiliyor” dedi.
Sosyal ilişkisi düşük kişilerin hastalık riski yükseliyor
Amerikan Epidemiyoloji Dergisi’nde yayınlanan 30-69 yaşları arasında 5 bin
yetişkinle yapılan bir araştırma sonuçlarına sosyal ilişkisi düşük ya da evli
olmayanlarda hastalık ve ölüm riskinin yüksek olduğunun ortaya çıktığını
söyleyen Özsavcı, “Kılıçal ve arkadaşlarının yaptığı bir başka araştırmada,
sosyal izolasyon ve sevgi eksikliğinin her iki cinsiyette kalp hastalıklarından
ölüm için önemli bir risk faktörü olduğu belirtiliyor. Sevgi/romantik
ilişkilere sahip olanların Alzheimer, diyabet, baypas sonrası ölüm riskinin az
olduğu ortaya çıkmış. ” dedi.
Annenin stresi, bebeğin geleceğini etkiliyor
Bağlılık hormonu olan oksitosinin yaşamsal öneme sahip olduğunu ifade eden
Prof. Dr. Derya Özsavcı, “Yaşam boyu stres ve olumsuz deneyimler yaşayan anne
adaylarının bebeklerinde henüz anne karnındayken oksitosin ve vazopessin
denilen bağlılık hormonlarının metilasyona uğradığı tespit edilmiş. Metilasyon
bazen iyi bazen kötü sonuçlara yol açabilir. Bunun sonucunda da oksitosin
reseptörlerinin baskılandığı, vazopressin reseptörlerinin ise aksine arttığı
belirlenmiş. Vazopressin reseptörlerinin arttığı bu bebeklerin ilerdeki yaşamlarında
son derece saldırgan aşıklar olduğu tespit edilmiş” diye konuştu.